Kangrenist.com

Günlük Notları 8.Bölüm

Yazar: Kangrenist Tarih: 18/09/2020 Kategori: EDEBİYAT / Kişisel Yazılar
Günlük Notları 8.Bölüm
Paylaş:

Aradığını Bulabilirsin

22.02.2015

Bugün fedakarlık yapmazsak yarın bunu sizin yerinize kim yapacak. Çocuklarınızın ellerine dizdiğiniz kitle iletişim araçları pişmanlığınız olacak. Bencilce yaptığınız seçimler, kendi değer yargılarınızı doldurmak için seçtiğiniz o minik akıllara bakacak tek bir sığ görüşü vermeyin. Değişin değiştirin. Değiştirmeye çalışın.

Anlatmak yerine gösterin. Gösteremiyorsanız hissetmesini sağlayın. Git gide sığlaşan egoistleşen ve başkalarının özgürlüğüne, yaşam standartları ve değerlerine hakaret edecek bencil bireyler yetiştirmekten vazgeçin.

Seven sevilen iyilik yaparken aklından en küçük bir geri dönüşü olur düşüncesi olmayan bireyler yetiştirin. İnsanların kalplerine dokunacak, ufacık kelimeler bile kullanırken kalp kırmamak için ince düşünen bireyleri hazırlayın geleceğe.

Çünkü nefret, egoizm yıkımın habercisidir. Yıkım makinesine dönüşecek,
iki tip standartlaşan insan tiplemesinden uzaklaştırın çocuklarınızı.

Kurmanın temeli sevgidir. Çocuklarınıza sevgiyle kazanmayı öğretin. Bugün yapamadığınız fedakarlıkların yarınlarda dönüşleri olacak. Gecikmeden pişman olmadan “iyi” kavramını kavrayacak çocukları katın dünyaya, savaşı yok etmenin tek yolu barıştır.

23.02.2015

“Bir yer bulsan kendine sakin, eskiye hoşça kal diyebilecek misin?”
-Karaçalı / Söz Ver

Bir yer bulsam kendime her şeye hoşça kal diyebilir miydim? Hızla değişime uğrayan her şeyin çabucak değiştiği bu çağda var mı sessiz sakin bir yer.
Araba seslerinin her yerde kulakları tırmalaması, milyonlarca, binlerce insanın oradan oraya koşturmasıyla oluşan o lanet uğultu!

Dinmeyen bu sesler ve makine gibi işleyen bu çark delirtecek sanki beni…
Samimiyetsiz, soğuk, çıkarcı ilişkilerle birbirine bağlanan sadece gerektiği için arkadaşlığa mecbur kalanlar midemi bulandırıyor.
Katlanamıyorum bir çok duruma.

Hayatım boyunca hep şikayet ediyorum. Kendimin bu yönünü de hiç sevmiyorum.
Düzenli şekilde giden bu sistemde bir yanlış yaptım sanırım. O yüzden bu sıkıntılar beni buluyor.

Nerede, nasıl yanlış kararlar veriyorum da yanlışlara çarpıyorum.
Vicdanımla köşe kapmaca oynuyorum. Ben nereye gitsem o da farklı bir yöne gitmek için uğraşıyor. Hayat denen kuru gürültü çok fazla baş ağrıtıyor.

25.03.2015

Bazen ne yaptığımı anlamıyorum. Aldığım hiçbir kararı uygulamak için bir çaba sarf etmiyorum. Kırılmış ve tamir edilmesi mümkün olmayan bir eşya gibi hissediyorum. Yine uykularım kaçıyor ve bir şeyler içimi acıtıyor.

Kendimi topladım sanıyorum ama fark ediyorum ki toplanamadan yeniden dağılıyorum. Kafam karmakarış. Çelişkilerim beni delirtecek seviye de bazen. Kimseyle konuşmak gelmiyor içimden. Samimiyet adına her hissi kaybetmişim gibi…

Bazı bağlarım var, kopmayacak bağlarım fakat onlar bile görünürlüğünü yitirmiş durumda. Bir şarkıda diyordu:

“Git gide saydamlaşıp kayboluyorum bu dünyada”
– böyle bir şeyler işte benim durum

Bir daha kimseyi sevemem gibi hissediyorum. Hayatımda bulunan her şey silik ve bulanık hale gelmeye başladı. İncindiğim, üzüldüğüm zamanları hatırlıyorum. Tam hissetmişken bitmeyen bu yarımlık hissini nasıl def edeceğimi bilmiyorum.

Sahip olduklarına şükrederken şimdi hoşnutsuz hale gelmek…
Bir kalbim kaldı mı? Bu boşluk hissini arttıran ne anlamıyorum.
Şu yaşıyorum, ince bir iç sızısıyla..

03.12.2015

Senin ve benim, benim ve senin aşk hikayesi çok zor iki kelimeyle anlatamam. Birbirimizin olduğumuz zaman birbirimizden ayrıldık.
Seni sevdiğimden beri dünyanın varlığını hissediyorum. Bir gün gölgelerimizin birbirinden uzak olacağını düşünmemiştim. Neden bana böyle bir rüya verdin. Senden ayrılmak zorunda kaldım.
-Iss Pyaar Kya Naam Doon -277-

Bir Hint şarkısının çevirisini yazacak kadar burkula biliyormuş içim..
Kalbimde bir çatlak hissediyorum sürekli ağrı ve hüzün sızdıran bu çatlağı tamir edebilecek miyim acaba…

İnsanların sürekli geçip gidecek demesini duymaktan yoruldum. Şu sıralar yeniden yaşamak midemi bulandırıyor. Gözlerimin gördüğü, kulaklarımın duyduğu bir çok durumu engellemek istiyorum ama yapamıyorum.

Kalbim o kadar acıyor ki her şey inandırıcılığını kaybetti benim için.
Anne ve babamın ilişkisi ailem içindeki yabancıymışım hissi veren bu kopuk bağlar bunaltıyor beni. Evliliğe olan inancımı yitirdim.

Şükretmenin verdiği huzuru ret eden kendimi parçalamak istiyorum. Ne istiyorum ben? Neyin kavgasını yapıyorum. Neyim ben? Ne için böyleyim.
Midemi bulandırıyor düşünmek ve yaşamak. Kendimi ifade edemiyor olmamda ayrı bir sıkıntı benim için.

İçimdeki bu çığlıkları kimseye duyuramamanın sıkıntısı incitiyor beni. Saatlerce tavana bakmak isteyecek kadar mı kayboldum.
Hep bir çelişki hep bir kavga halleri…
Gözümün içine baktığında içimdeki hüznü okumayı beceremeyen insanlarla neyi konuşabilirim ki..

Her şey bana bu kadar fazla gelirken kime ne verebilirim. Günleri doldurmak için yaşıyormuşum hissinden kurtulamıyorum. Hüngür hüngür ağlamak istememe rağmen ağlamamak boğuyor beni. İçim sızlıyor.

Sürekli nesneler eşyalar içime hüzün aşılıyor. Hastanelerden nefret ediyorum. Tarihi hatırlamıyorum babaannem rahatsızlanmıştı ve hastaneye götürmüşlerdi. Bir hafta orada kaldı. Felç hastasıydı bilmem kaç yıl… Söylediği tek kelime hasta olan büyük kızının ismiydi. Ben babaannemi “sema sema” deyişle hatırlıyorum.

O hastane odasına sadece bir kere gittim. Babaannemin bakışları o kadar korkutmuştu ki kaçmak istiyordum. Hastanede mutlaka o bakışları bulabileceğiniz bir çok insan var. 1 saat sonra eve geldim. O akşam babaannem öldü. Bense torunu olarak onun yanında hiç kalamadım.
Sonra ne zaman aşağı kata insem o salonda o koltukta “sema sema” diyen demesi geldi aklıma.

Nedense babaannemin hep o koltukta hep oturacağına inandım. Halbuki ölüme bu kadar düşünen ben için ne saçmalık.
Dershaneden bir arkadaşımla konsere giderken bir kaç saniye kolumdan ayrılmasıyla araba çarpmıştı. Cenazesine gidemedim. Böyle şeylerden hep kaçtım. Hasta ziyaretlerinden.. Birine ” başın sağ olsun” demek neden ağır geliyor bilemedim hiç.

Babaannem öylece gitti. Kimisi kurtuldu dedi kimisi biraz daha kalsaydı dedi. Ne zaman hastane odasına gitsem onu hatırlıyorum. Yanına kalamadım için gereken samimiyeti gösteremediğim için..

Öncesinde yapmadığım her şeyin acısı hep yüzüme çarpıyor, burkuyor içimi öylece.. Sadece babaannem değil kimseye yakın olamıyorum.
Sarılmak, geyik muhabbetler yapmak, doyasıya eğlenmek ben bunlara hep yabancıydım. Annesine dahil sarılmaktan çekinen her şeye hissizleşmeye başlayan beni sadece suçluyorlar.

Halbuki kimse sormuyor “Dur Ebru!” niye böyle..
Konuştuğumda arka planda kalan sesimi kimseye duyuramamanın acısını bilmiyorlar. Kalabalığın içimi nasıl söktüğünü her şeyden herkesten kaçmak istediğimi okuyamıyorlar.

Konuşmaktan ve anlatmaktan aynı zamanda anlaşılmamaktan o kadar yoruldum ki. İncinmiş ve kırılmış beni görmeyen herkesten gidiyorum işte. Yokmuş gibi davranıp geçecek diye derdimi geçiştirecekler madem niye benimle olsunlar.

Geçmesini bekliyorum, ne zaman olacak bilmiyorum ama bitmeyen giderek artan bu burukluk hissi gitsin istiyorum.
Ne zaman geçecek bu dağınıklık?

Yazı hakkında görüşlerinizi belirtmek istermisiniz?